2. Dünya Savaşı’nda Müzik ve Faşizm Üzerine
İnsanın müzikle ilişkisi çok eskiye dayanır. İlk kez dinsel törenlerle ortaya çıkan müzik, orta çağ dünyasının temel bir unsuruydu; Rönesans ve Barok dönemlerinde ise vazgeçilmez bir nitelik kazandı. 19. yüzyılda konser salonları ve opera binaları burjuvazinin kendini ifade etmesi için birer sahne işlevi gördü.
Dinleyiciler virtüözlerin hünerlerine hayranlık duyarken, müzik sanayileşme yolunda gelişen toplumlar için sığınak görevi de üstleniyordu. 20. yüzyılda II. Dünya Savaşı, nedeniyle büyük duraklama müzik açısından da kapsamlı değişimleri beraberinde getirdi: Faşizm, savaş ve sürgünün damgasını vurduğu bir dünyayı yaşamanın etkisiyle, birçok kimse geçmişle bağ kurmanın artık mümkün olmadığını düşünüyordu. 1945'ten sonra ortaya çıkan farklı üsluplar, seslerin küresel düzeyde duyulduğu bir çağa varmamızı sağladı.
Döneme Ait Önemli Bilgiler
- II. Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında yaşanan baskılar, kıyımlar ve sürgünler Avrupa ve ABD’deki müzik yaşamında çok büyük değişimlere yol açtı.
- “Yeni Müzik” birçok değişik üslup ve kavramdan yararlandı.
- Elektronik Müzik ses yaratmada yeni olanaklar sağladı.
- Modern Müzikal Tiyatro sahne konu ve müzik geleneklerinden koptu.
Avrupa, Kuzey Amerika başta olmak üzere pek çok yerin müzik kültürü II. Dünya Savaşı sırasında köklü bir değişime uğradı.
- Birçok bölgede nelerin güzel ve sanatsal değere sahip sayılacağını, ayrıca kimlere beste ve yorum izni verileceğini siyasal ideolojiler belirledi.
- Müziğin gücü ve büyük etkisi siyasal amaçlara uygun olarak kullanıldı.
- Müzik ideolojileri pekiştirmeye ve kitlelere iletmeye katkıda bulundu.
- Savaşın bittiği 1945'ten sonra, besteciler yüzyıl başındaki avant-garde fikirleri canlandırdı ve benimsedi.
20. yüzyılın faşist rejimleri müziği amaçları için kullandılar. Hangi bestecilere müzik yapma izninin verileceğini, nelerin besteleneceğini ve hangi eserlerin icra edileceğini belirlerken siyasal doktrini esas aldılar.
SSCB- Dmitri Dmitriyeviç Şostakoviç
Josef Stalin dönemindeki Sovyet siyaseti sanatsal eser yaratımına ilişkin yol gösterici ilkeler belirlemekle yetinmedi, bunlardan sapmaya kalkışanları cezalandırma yoluna da gitti. Dmitri Şostakoviç’in nispeten zararsız avant-garde bestecilik yöntemlerini denemesine göz yumuldu ama “Minskli Leydi Macbeth” operasının 1936'da sahnelenişinden sonra resmi gazete Pravda’da sert biçimde eleştirilmekten de kaçamadı. Stalin’in yönetimi sırasında bunun açık anlamı bestecinin artık gözden düştüğüydü. Bazı meslektaşlarının hapis ya da sürgün cezalarına çarptırılması nedeniyle bu dokundurmaların neleri getireceğini bilen Şostakoviç, yeni bitirdiği ‘Dördüncü Senfoni’yi hemen geri çekti ve parti çizgisine uygun olan ‘’Beşinci Senfoni’yi besteledi.
1933–1945 Arası Almanya
Almanya’da Nazizm’in Irkçı-faşist ideolojik doktrini 1930'ların başlarından itibaren müzikte ciddi kargaşaya yol açtı. Yahudi müzisyenlerin çalışması yasaklandı; Yahudi kökenli, siyasal bakımdan sakıncalı ya da aşırı avant-garde eğilimli besteciler boykot edildi; Felix Mendelssohn Bartholdy ve Gustav Mahler gibi besteciler devlet yardakçılarınca yazılan müzik tarihi kitaplarında karalandı. Sayısız müzisyen kovuşturmadan kurtulmak için kaçıp başka ülkelere sığındı.
Auschwitz Sonrası Bestecilik
II. Dünya Savaşı’ndan sonra faşizm, sürgün ve savaş konuları sanatsal tartışmaların ana temalarıydı. Birçok besteci savaş döneminde yaşadığı şeylere dayanan eserler verdi. Bunlar arasında Nazi Almanyası‘nın 1933–1945 arasındaki “iç göç” politikasının mağdurlarından Karl Amadeus Hartmann, 1947’de “Bir Varşova Felaketzedesi”ni besteleyen Arnold Schönberg ve “Savaş Ağıtı” bestesi ilk kez 1962'de seslendirilen Benjamin Britten vardı. Besteci Lenie Alexander birçok eserinde çifte sürgünle geçen hayatından temaları işledi: Nazi Almanyası’ndan 1939'da kaçarak Şili’ye sığınan bu müzisyen, Salvador Allende’ye verdiği destekten dolayı 1973'ten sonra da Paris’te sürgün yaşadı.
Theresienstadt’ta Müzik
Prag yakınındaki Theresienstadt toplama kampı, Nazi yetkililerince yabancı gözlemcileri kampların insanca ilkelere göre yönetildiğine inandırmak için kullanıldı. Kamp yöneticileri bu propaganda doğrultusunda belli bir kültürel yaşama hoşgörü gösterdiler; konserler düzenlendi, operalar ve operetler sahnelendi. Bazı tutuklu besteciler kamplardaki sinirli olanaklara uygun eserler besteledi. Kampa atılan Viktor Ullman gibi seçkin sanatçılar ve müzisyenler olumsuz koşullara rağmen, Theresienstadt’ta oldukça rafine bir müzik yaşamı yaratmak amacıyla mevcut asgari fırsatları değerlendirdiler.
Çellist Pablo Casals 1933–1945 arasında Almanya’yı boykot etti; Francisco Franco’nun iktidarı ele geçirmesinden sonra İspanya’dan ayrıldı.
Dusseldorf’ta 1938'deki ‘Dejenere Müzik Sergisi’nde baskıya uğrayan bestecilerin yanı sıra avant-garde müzik temsilcilerinin eserlerine de yer verildi.
HOLLYWOOD’A ETKİSİ
Hollywood’un 1930 sonrası dönemdeki en önemli bestecilerinin ve müzisyenlerinin bir çoğu Nazi rejiminden kaçarak ABD’ye sığınan kişilerdi. Bu isimler Max Steiner, Erich Wolfgang Korngold, Franz Waxman, , Dimitri Tiomkin ve Miklos Rozsa
BASKILAR HAKKINDA KİM NE YAZDI, NE SÖYLEDİ?
Alman besteci Hanns Eisler’in müzik ile faşizmin ilişkisini anlattığı modern müzik ve faşizm adlı yazısında şöyle diyor:
Faşizm alman müziğini ilk etkilediği zaman, alman müzisyenler bu aykırılığı anlaşılması zor buldular. Örnegin Flaubert, Napolyon’un baskısı altında l’education sentimentale’i yazabildi ve bastırabildiyse neden modern Alman kompozitörler Hitler’in baskısı altında oda müziği yazmaya devam edemiyorlardı. Bir sebep vardı: Napolyon’un hayal edebileceği her şeyden daha organize ve vahşi olan faşizmin gücü, onların suni armonilerindeki en küçük bir uyumsuzluğa ya da ne kadar kuramsal sanatlar ve bilimlerden uzak olsa da, karşı bir nefese yetmezdi. Her şey kontrol altındaydı.
Öyleyse faşizm müzisyenden ne bekliyordu???
Aslında hiç bir şey ama herşey! Nazi yönetimi geleneksel müzikten vazgeçemiyor ve kitlelere Bach, Mozart, Beethoven vs. den oluşan iyi müzik iletme görevini, yaratıcı özgürlüğünü elinden aldığı müzisyenlerden bekliyordu.
Bertolt Brecht’in 1934 yıllarında Alman besteci Paul Hindemith’e yollamak üzere yazdığı bir mektup taslağı da ilginçtir. Hatırlayalım Paul Hindemith o yıllarda nazi teröründen kaçarken Türkiye’ye çağırılmış ve Carl Ebert’ten önce Ankara Devlet Konservatuvarı’nın kuruluşu için büyük emek ve katkılarda bulunmuştur. İşte Brecht o Hindemith’e yazdığı mektup taslağında Nazi’lerin müzisyenlerle ilişkisini şöyle yorumlar:
Hitler selamı vermek için kolunuzu kaldırmanıza izin verirler -hatta bir anlamda buna zorlarlar da sizi-, ama orkestranızı yönetmek amacıyla kolunuzu kaldırdığınız anda karşınızdakiler görevlerini yapacaklar, polisi çağıracaklardır.
İnsanın binip de tufandan sağ sağlim kurtulabileceği bir nuh’un gemisi değil ki müzik.
Kahverengi gömlekli baylar (naziler) müziğinizin amaçlarına hizmet edemeyeceğini düşünürlerken kuşkusuz çok haklıdırlar; çünkü amaçları gerici bir amaç; müzik yaratabilme yeteneği gericiliğin buyruğu altına girmezse, katlanamazlar böyle bir yeteneğe! Bırakın gidin meydanı!
1942 yılında Joseph Goebbels devlet otoritelerinin sanatçılar için koyduğu kuralları açıklar:
- Sanat icin sanat yok
- Konuları bireysel seçmek yok!
- Sanatçı, Nazi İmparatorluğu’nun doğuşunun ruhunu ifade etmeli, eserlerinde psikolojik problemleri ve nazi askerinin tipini, işciyi, şehri, endüstüriyi kurcalamaktan kaçınmalıdır.
Bu standartlara göre Eisler ve yolunda ilerlediği hocası Schoenberg’in kendilerini adadıkları modern müzik, faşizmin en önemli düşmanları oluyordu. Nazi yönetimi eserlerinde yalnızlık, çaresizlik, işkence gibi dönemin komplekslerini ve krizlerini ifade eden Schoenberg’e ve onu izleyen tüm müzisyenlere karşıydı.
Eisler modern müzik bestecilerinin karşısına örülen duvarı şöyle tarif ediyor:
Eğer modern müzik yazacaksanız, uymanız gereken kurallar vardır. Kafanızın dikine gidin, yazın, ama çalınmasını ve naziler tarafından desteklenmesini istiyorsanız Richard Strauss ile ılımlı modern arasında ihtiyatla seyreden, eklektik stilde yazmalısınız. Modern Alman Müzik Okulu böyle bir temelden mi gelmeli?
Cevaplamaktan mutluyum: Hayır.
nazi imparatorluğu yıkıldıktan sonra ülkesine dönen, alman senfonisi’nin, lenin requem’in, tucholsky liedleri’nin, goethe rapsodisi’nin, demokratik alman milli marşı’nın, komün günleri ve partiye övgü gibi bir çok büyük eserin bestecisi Eisler, modern müzik ve Hitler arasındaki mücadeleyi kazanan tarafı şu sözlerle belirlemiştir;
Müzik alanında Hitler, Stalingrad’da uğradığı kadar toptan bir bozguna uğradı. Almanya’daki suç ve rüşvet yıllarında Alman müziğinin sessiz kalmayı tercih ettiğini söylemek rahatlatıcıdır. Bu dönemde ne Hitler senfonileri, ne Goering Operaları, ne Goebbels Quartetleri, ne de Horst Wessel senfonik şiirleri var.
Daha önce asla olmadığı kadar para ve güç teklif edilmiş olmasına rağmen, iyi müzik ve dürüst müzisyen faşizmin baş düşmanıydı ve her zaman öyle olacaktır.
yararlandığım kaynaklar:
the knowledgebook 2007
wikipedia
ekşisözlük ‘sirin’’